Yaşamak

Doğdu. Yaşadı. ve Öldü. Evet hayat aslında sadece bu kadar ve biz aslında verilenlerden sadece yaşadı kısmının içini doldurmaya çalışıyoruz. Yaşadı ama nasıl yaşadı sorusuna bir cevap bulmaya çalışıyoruz. Herkes kendisine göre bir cevap bulmaya çalışıyor. Elbette buraya kadar normali bozan bir durum yok. Peki bu yaşadı ibaresinin içini nasıl dolduruyoruz dersiniz? Seviyoruz, seviliyoruz, üzülüyoruz, belki üzüyoruz, kızıp kızdırıyoruz, eğleniyor eğlendiriyoruz ve daha bir çoklarını bir araya sığdırmaya çalışıyoruz. Peki neden sadece yaşadı diyoruz. Yani yaşamak bunlarsa bunların neden güzel olanlarının hakkını vermiyoruz?

İnsan halen kendi beyninin sınırlarını bilmiyor ve bu alanda hergün yeni bir şey öğreniyor. Beyin inanılmaz biyolojinin ötesinde güçleri olan bir organ aslında ve inandığı şeyleri yaşıyor çoğu zaman fiziksel gerçeklekliklerden öte olarak. Nasıl oluyor bu? Mesela ski diving esnasında paraşütleri açılmadığı için öleceğini anlayan bir paraşütçü daha yere düşmeden bilinci kapanıyor ve yere olanca gücü ile çakılmasına karşın çarpışmayı sağ olarak atlatabiliyor. Sebebi incelendiğinde ulaşılan sonuç şaşırtıcı. Kişinin çarpışmada yaşayacağı acı kaldırabileceğinden çok yüksek olduğu ve o anı bilinç düzeyinde yaşadığından ötürü beyin kendisini korumaya alıyor ve bilinci kapatıyor. Bu ne demek? Skidive yapan zat daha yere vurmadan öleceğini düşündüğü için beyin ölüm korkusundan bilinçli çalışmayı durduruyor. Bu adamın tamamen serbest düşmesine yol açıyor ve adam belli kırık ve çatlaklarla serbest düşüşünü atlatabiliyor. Öte yandan bir başka deney idam mahkumları üzerinde yapılan ve yine beyinin vücut üzerindeki etkisini gösteren bir sonuç ortaya çıkartıyor. Mahkumlara vücutlarına verilen zehir sonrası yaşayacakları biyolojik tepkimeler detaylı olarak tarif edildikten sonra tamamen zararsız bir madde enjekte ediliyor. Mahkumların kendilerine detaylı olarak tarif edilen biyolojik tepkimeleri yaşadıkları gözleniyor ki aslında tepkimeyi yaşamaları için ortada hiç bir fiziki neden yok.

Nereye getireceğim lafı değil mi? Bu kadar uzun örnekler verdiğime göre bir yere bağlayabilmem gerekli. Yaşamaktaki algımıza getireceğim. İki örnekte gördüğümüz gibi hayat aslında yaşadı diyebileceğimiz kadar basit bir olgu değil. Belki yaşamadı ama öyle algıladı. Yani aslında daha yaşayacaktı ama bir tepkimeyi beyin ölüm olarak algıladığı için çalışmayı durdurdu ve artık bizim anladığımız anlamda yaşamsal bir faaliyet göstermiyor.

Bunu buraya nasıl getirdi diyeceksiniz ama hayatımızı yöneten işte tam bu noktada ki bu algı. Sevmek ve sevilmek. Değer vermek ve değer verilmek. İnsanlar yapabilecekleri en güzel şey olan bir canlıyı ya da daha dar anlamıyla bir başka insanı sevebilecekken ve değer verdiğini gösterecekken neden hep bunu yapmak için hem kendisine hem de karşısındakine çeşitli şartlar ileri sürmektedir? Aslında kaçanın kovalanması gibi bir gerçeklik söz konusu mudur, yoksa birileri kovaladığı için mi kaçarız genellikle? Sevgiden neden kaçar insan? Değer veriliyor olması neden belli kriterler sonrasında önem kazanır? Neden kimin bizi sevdiği ya da değer verdiği bizler için önem teşkil eder? Diye bilirsiniz ki; insan kendine benzerlik arar, zoru oynamayı seçer, kendisini koruma ihtiyacı duyar veya aklıma gelmeyen bir sebep sayabilirsiniz. Bunların hiç birisi aslında sevmekten ya da sevilmekten kaçmak için değer verilmekten uzak durmak için yeterli sebep olamaz. Peki nedir yani o aradığımız ama bir türlü bulamadığımız şey. Yaşanmışlıkları bırakamayışlarımız mıdır? Yeni yaşanacakların bilinmezliğinden korunma mıdır? Yoksa sadece bilinçdışı bir şekilde bir açıklanamaz davranış biçimi daha mıdır? Sanırım bu sonuncusu yakın ama tam değil.

İnsanlar sevilmekten çoğu zaman kaçar çünkü bir kez ya yaralanmıştır ya da gerçekten yaralanmaktan korkmaktadır.

İnsanlar çoğu zaman sevilmekten kaçar çünkü sevilmek tek başına asla yeterli bir sebep değildir.

İnsanlar bazen sevilmekten kaçar çünkü sevilmek zaman zaman sevgi gösterebilmektir.

İnsanlar sevilmekten korkup kaçar çünkü sevmek sadece dilde değildir, aynı zamanda bir eylemdir ve gereklilikleri her zaman sevme eyleminin ağızdan çıktığı kadar kolay değildir. İnsanı sıkabilir, yorabilir, üzebilir bu sevme hali hatta karamsar bile yapabilir. Öte yandan körlüğede neden olur. Olayları hep bir tarafıyla görmeye, duymaya ve en nihayetin anlamayabaşlarsınız. Ama asıl olan anladıklarınızdan ya da beklediklerinizden farklı olabilir. Beklentilerinizle uyuşmayan birisi sizi gerçekten mutlu edebilecek küçük ama sıcak bir gülümsemeye sahip olabilir. Tüm yapmanız gerekense onun gülümsemesine bir şans tanımanız ve yüzünün gülmesini bekleyecek tahammülü göstermenizdir. En sonunda boşuna denmiş olamaz ya

“Ne olursa olsun gülümse çünkü gülüşüne kimin ne zaman aşık olacağını bilemezsin” diye.

Fikren Düşündüklerim içinde yayınlandı | Yorum bırakın