7 Haziran Seçimlerinin Ardından

Seçim sonuçları YSK tarafından açıklanmadı ama sonuçların ne olduğu görünür hale geldi bugün (9 Haziran 2015) itibariyle. 13 yıllık tek parti hükümeti döneminin sonuna gelindi bu seçim sonuçları ile. Birinci parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi aldığı %40 civarındaki oyuyla 2002 yılından beri girmiş olduğu seçimlerin bir başkasından daha ilk parti olarak çıkma başarısını gösterdi. %40 oy oranı istedikleri sonucu temin etmediği için seçimin kaybedenleri arasında gösterilmesine karşın kendilerini halen desteklemekte olan geniş bir seçmen kitlesi olduğu görüldü. İkinciliği %25 oy oranı ile Cumhuriyet Halk Partisi alırken %17’ye yakın oy oranıyla Milliyetçi Hareket Partisi ve son olarak seçimin sürpriz partisi Halkların Demokratik Partisi %13 oy alarak ilk kez parlementoda temsil hakkı kazandı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin oy oranında %2’ye yakın bir düşüş görülürken, Milliyetçi Hareket Partisi %3 oylarını arttırmayı başardı. Halkların Demokratik Partisi %10 barajını aşarak parlementoya giren ilk Kürt seçmen temelli parti oldu. Asıl başarıları ise Kürt Partisi olmayı aşarak Türkiye’nin farklı şehirlerinden de millet vekili çıkarmayı başarmış olmaları oldu. Seçim sonrası tavırları gerçek bir Türkiye partisine dönüşüp dönüşmediğini gösterir nitelikte olacaktır. 

13 Yılın ardından gelen belirsizlik dönemi 

2002 Seçimlerinden bu yana tek başına iktidarına alışılan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelemediği bu seçimin ilk net sonucu kısa ve orta vade için Ülke olarak bir belirsizlik dönemine girilmiş olmasıdır. Bu belirsizliğin ilk ayağını elbette hükümetin kurulması aşamasında yaşayacak olmamız kaçınılmazdır. Ancak, bu daha görünen ve devamı gelecek belirsizlik döneminin sadece başlangıcı niteliğindedir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin meclis çoğunluğunu yitirmesinin ardından ülke yönetiminde tek yetkili olduğu dönem şimdilik askıya alınmıştır. Dönemin bitip bitmediğini önümüzdeki süreçte muhalefetin çözüm üretmedeki başarısı belirleyici rol oynayacaktır. 2002 yılından bu tarafa muhalefette olan partilerin bu belirsizlik ortamından çıkış için bir ortak yol haritasında mutabakata varabilmesi ülke geleceği için ciddi önem arz etmektedir. Bu belirsizlik döneminde yapıcı olmayan ya da olamayan muhalefet partileri bir sonra ki seçim de ciddi oy kayıpları ile karşılaşabilirler.

Bugünkü belirsizlik ortamının mimarisi 

2001 yılında Türkiye Ekonomisi’nin içerisine girdiği dar boğaz ve ekonomik kriz sonucu, iktidarda olan koalisyon hükümetinin taşıdığı yönetsel zorluklar tek parti hükümeti isteminin artmasına ve daha kararlı bir hükümet yapısına geçişe yönelerek Adalet ve Kalkınma Partisi’ni tek başına iktidar yaparken, Cumhuriyet Halk Partisi’ni de muhalefet olarak meclise taşıdı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dili kendisinden olmayanlara karşı hep sertti. Kendisinden olmayana hoşgörüleri yoktu, ancak henüz erkendi. Sisteme itirazlarını yöneltiyorlar ve meclisteki çoğunluk oylarını kullanarak istediklerini yapabiliyorlardı. 2007’de Cumhurbaşkanlık’ı seçimlerinde sistem tıkandı. Mevcut parlemento tarafından Cumhurbaşkanı seçilemediği için seçime gidildi. Adalet ve Kalkınma Partisi oylarını arttırarak yeniden tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaştı. 5 yıl gibi bir süre içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından uygulanan politikalarda Türklük kavramıyla verilen kavga meyvesini verdi. Milliyetçi Hareket Partisi parlementoya 3. Parti olarak girdi. Cumhuriyet Halk Partisi Ana Muhalefet partisi olarak 2. Parti oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisindeki 2. Adam konumundaki Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı olarak yeni parlemento tarafından seçildi. Adalet ve Kalkınma Partisi başında Recep Tayyip Erdoğan Dönemi bu döneminde hız kazandı. Partiyi ve ülkeyi tek başına yönetiyor olmanın getirdiği özgürlük alanını sonuna kadar kullanıyor, hatta aşıyordu. Recep Tayyip Erdoğan eleştirilemiyordu. Muhalifler hapislerdeydi, henüz makul şüphe yetmediği için şüphelenilecek delil olarak darbecilik, hükümeti görevini yapamaz duruma getirme çabası kullanılıyor ve muhalefet etme girişiminde olanlar topluca hapislere atılıyordu. Toplum giderek ayrışmaya başlamıştı. Basın susturulmuştu. Konuşmaya çalışan basın mensupları ya içeri alınıyordu ya da devlet kanalları baskısıyla işsiz bırakılıyordu. Toplumda sağ duyu yavaşça boğulmaya başlamıştı artık. İnsanların gözü kararmışça sadece söylenene bakıyor, yapılan işlerin, icraatlerin sonucuna bakmıyor, sadece kendi çıkarlarına doğru gelen kısımları destekliyor, işine gelmeyen yerleri görmemeyi seçiyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin temel politikaları böl parçala yönet mantalitesinin güncel versiyonu gibiydi. Karşısındaki tüm muhalefeti küçük parçalara bölme becerisi ve olanaklarına sahipti. Bölünmüş grupları tek başlarına kaldıkları anlarda parçalıyor ve en nihayetinde yönetimi altına alıyordu. 2011 seçimleri sonrası önlerinde durabilecek kurum ya da devlet yapısı kalmamıştı. Türklük ayaklar altına alınmış, Şehitler kelle olmuş, T.C. Kurum isimlerinden kalkmış, PKK’nın adı unutturularak Kandil olarak cicileştirilmiş, Abdullah Öcalan sayın olmuş, İmralı kod adı altında ülke yönetimine ve Türklük’ün ayaklar altına alınmasına ortak edilmiş, teröristlik kavramının içi boşaltılarak muhalefet etmek teröristlikle eş anlamlı hale getirilmiş (o kadar ki Eski Genel Kurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek, ülkeyi bölme girişimi, hükümeti çalışamaz hale getirme girişimi suçlamalarından hapis yattı), hukuk kavramının içi boşaltılarak insanlar kendi hukuklarını arama yoluna itilmiş (orman kanunları geçerli hale gelmiştir, güçlü olan istediğini yapabilmekte, gücü olmayan sürekli dayak yemektedir), kadın cinayetleri artık günlük sıradan haber niteliğini bile kaybetmiş, tecavüz ve ırza geçme toplum tarafından kadınları yola getirme aracı olarak kullanılmasında sakınca görülmemiş, eğitim sisteminde yapılan değişiklikler sebebiyle 13 yılda 13 farklı sistemde öğrenim gören öğrencilerin geleceği karartılmış, sınav soruları yandaşlara dağıtılarak devlet dairelerine ve tercih edilen stratejik yerlere sızma aracı olarak kullanılmış, üniversiteler sindirilmiş, Darbe kurumları olmakla itham edilen Yüksek Öğretim Kurumu gibi kurumlar ele geçirildikten sonra kıymetli kurum statüsüne terfi etmiş, demokrasi kavramının içerisi boşaltılarak başına “ileri” eklenmek suretiyle bütün yapılanlar meşrulaştırılmış ve kabul ettirilmiştir. Ekonomiye baktığınızda bugün halen kazanım olarak görülen şeylerin duble yol ve satılmış devlet kurumlarından öteye gitmeyen, ekonomik borçlanmanın boyutlarının artık arşa erdiği, üretimin durdurulma noktasına geldiği, sadece inşaat ve yol yapımı ile ayakta tutulmaya çalışılan, dönemin sıcak ve likit para kaynaklarından sonuna kadar faydalanılmış, altı boş, üretim gerçekleştirmeden tüketmeye alışmış ve daha fazla tüketmeye aç, kendisinden olmayanı ötekileştiren bir toplum inşa edildi.

Her hakim güç kendi dilini yaratır 

Her hakim güç kendi dilini konuşturur. Bu yüzden köleliğin olduğu ülkeler egemen ülkelerin dillerini konuşmaktadır. Bu sadece konuşulan dili etkilemez. Aynı zamanda düşünce yapınızı, fikirlerinizi, hareketlerinizi, yaşamınızı ve hayatınızı etkilemeye başlar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 3 Kasım 2002 yılından beri itina ile gerçekleştirmiş olduğu bu dili belirleme çalışması artık meyvelerini vermiştir. Meclise giren hiçbir parti toplumun beklentisinden ayrı olarak dinden bağımsız konuşamamaktadır. Kendi taban kitlesini dini söylemler ile bir arada tutan Adalet ve Kalkınma Partisi diğer tüm partileri kendi dilini konuşma zorunluluğunda tutmuştur. Şimdiye kadar bu dili konuşmayı redden bir muhalif parti olmamış, olanlarda barajı aşma başarısı gösterememiştir. Toplum din referanslı olarak konuşulan ve yönetilen bir şekle sokulmuştur. Kadınların hayatlarına ilişkin hemen en azından her hafta bir demeçte bulunan bir kimse bulunmaktadır. Kadınların kıyafetlerinden, kiminle gezeceklerine, kiminle yaşayacaklarına, kaç çocuk sahibi olacaklarına, o çocukları nasıl doğuracaklarına, hamilelikleri döneminde ortalıkta dolanmamalarına, yüksek sesli gülmelerine, aynı masada yemek yememelerine, otobüste, toplu taşıma da karma sistemin sonuna gelinmektedir. Kadınlara verilen tek özgürlük türban takma özgürlüğüdür. Türban takma özgürlüğüne karşılık bütün özgürlükleri yavaşça ve sırayla ellerinden alınmaktadır. Toplum türban takanları kabule zorlanmış ve bu bir demokratik uygulama olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İlkokul çağındaki çocukların türbana sokulmasının demokrasiye uygunluğuna tarihin yorumunun farklı olacağı görüşündeyim. “Hepimiz müslümanız” söyleminin altına süpürülen 17/25 Aralık gibi gün yüzüne çıkmış yolsuzluk ve dinden sapmalara bile “günah işleme özgürlüğü” gibi saçma sapan dini kulplar bulma girişimleri bu dini dilin birer örneğidir. Parti yöneticileri tarafından bir öyle bir böyle konuşmanın farkında olmama da bu dilin getirilerinden biridir. Din dili dogmatiktir, sorgu ve karşı düşünce kabul etmez. Parti yöneticileri tarafından ortaya atılan paralel yapılanma söylemenin halk nezdinde bu kadar karşılık bulmasının bence birinci nedeni dini dilin halka nüfuz etmiş olması ve idrak yollarını tıkamasıdır. Daha önce saygın bir kişilik olarak kabul edilen birisinin 1 hafta içerisinde teröristliğe terfisinin kabulünün başka bir açıklaması mümkün değildir. Toplum din dili ile uyuşturulmuş ve düşünemez hale getirilerek, söyleneni olduğu gibi kabul eder hale getirilmiştir. Bu durumun sıkıntılarını Adalet ve Kalkınma Partisi parlemento dışında kalsa dahi görmeye devam edeceğimiz bir süreç yaşamız kaçınılmazdır.

Mevcut parlementonun bize söylediği: Tez – Antitez 

Mevcut parlemento dağılımına bakacak olursak bu parlementodan koalisyon çıkarma ihtimalinin hiçte kolay olmadığı görülecektir. Adalet ve Kalkınma Partisi din temelli bir hayatı yaşamayı isteyenleri temsil etmektedir ve laiklik ile pek arası yoktur. Laik ve müslüman olunamayacağına yönelik söylemler ile laikliği dinsizlik olarak göstermekte ve toplumdan bir karşılık bulmaktadır. Bu söylem, 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yok sayılmışlıklar yaşamış bir kesimi cezbetmekte ve vadetmiş oldukları istikrar ve güven ortamı sebebiyle dini düşünceleri desteklememesine karşın ekonomik beklentilerle oy veren bir kesim yaratmayı başarmıştır. Başlangıçta ezilenlerin sesi olma vasfını kendilerine akdettikleri için Kürtlerden de ciddi oranlarda oy almışlardır. 2007 sonrası özellikle Milliyetçi Hareket Partisi’ni baraj altında bırakmaya yönelik söylem geliştirmesi ve yer yer milliyetçi söyleri Kürtleri zaman içerisinde arayışa sürüklemiş ve Halkların Demokratik Partisi ile bir Türkiye Partisi olma girişimine itmiştir. 2002’den beri izlenmiş olan politikalar neticesinde şaha kaldırılan Kürtçülük söylemleri 2007 antitezi olarak Milliyetçi Hareket Partisi parlementodaki yerini almıştır. Kürtlerin barajı tek başlarına aşamamasından kaynaklı olarak bir Türkiye Partisi kurması ve Türk seçmene vaadlerde bulunması Adalet ve Kalkınma Partisi’nden bir ayrılışı ve tek başına parlementoda varlığı getirmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin antitezi seçmen nezdinde Cumhuriyet Halk Partisi Milliyetçi Hareket Partisi’nin de Halkların Demokratik Partisi’dir. Bu kadar uçlara savrulmuş bir parlementodan sağlıklı bir yönetim beklemek uzun vadede gerçekçi olmayacaktır.

Mevcut parlementonun bize söylediği: Sentez

Peki nedir seçmenin beklentisi? Ne demeye dayatılmış olan 13 yıllık istikrar ortamını belli bir oranda duraklatmıştır. Belli bir belirsizliğe kapı aralamıştır. Seçmenin canına susamadığı farz edildiği durumda seçmen 13 yılda dili ve şiddeti giderek artan ayrılıkçı ve ötekileştirici söylemlerden yorularak kendi tarafını yaratma yoluna gitmiştir. Tek adamın kaprislerinin yorgunluğunun belirtisidir seçim sonuçları. Toplumda karşılığı olmadığı seçimlerden önce de görülmüş olmasına karşın, parlementer sistemin bırakılarak başkanlık sistemine geçişteki dayatma ve devlet kaynakları da kullanılarak yapılan kanırtma, sandıkta tepki görmüştür. Seçmen henüz parlementer sistemin bırakılarak ne olduğu bile bilinmeyen bir Türk modeli başkanlık sistemine geçilmesine karşı tavır koymuştur. Bunu sert yapmamıştır. Parlementoya birbirine zıt tabanlı diye bileceğimiz ve kendi kırmızı çizgileri olan 4 parti sokmuş ancak hiç birisine tek başına hareket serbestisi vermemiştir. Bu seçmenin 13 yıl boyunca gerçekleştirilen ayrıştırmacı dilden yorgunluğunu da açıkça göstermektedir. 2007 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlık’ı seçimleri döneminde gerçekleşen Cumhuriyet Mitinglerinde öne çıkan “Birleşin” ve “Uzlaşın” söylemleri 2015 yılında parlemento da tecelli etmiştir. Türkiye artık daha fazla ayrıştırmacılığa prim vermeyeceğini açık ve net bir biçimde ortaya koymuştur. Tez ve Antitez içerisinde bahsetmiş olduğum farklılıklar ve ayrışmalar için köşelerin törpülenmesi gerekmektedir. Bu sadece bir parti için değil tüm partiler için geçerlidir. Adalet ve Kalkınma Partisi ile bir partinin yapacağı koalisyon ya da 3 muhalefet partisinin iktidara oynayacağı koalisyon modellerinin samimi olarak değerlendirilmesi ve bir çözüm yolu bulunması için çalışılmalıdır. Samimi olmayan ya da uzlaşmaya yanaşmayan tavırların devrinin geçmekte olduğunu gösterir irade, sandığa yansıyan iradedir
.

Her işin oluru… 

Seçim sonuçları daha çok yeni ve önümüzdeki süreç belirsizliklerle birlikte gelen bir süreç, ancak 13 yıl gibi bir süre tek parti yönetiminden ve sıkı yönetim politikalarından yorulmuş bir toplum olarak bizlere biraz hava boşluğu olacak bir delik… Pazar gününden beri kendimce mutlu olduğum bir tabloya bakıyorum ve mevcut belirsizlik bugün için bir umut taşıyor kendi içerisinde… 13 yıllık ayrıştırmacı politika ve uygulamadan sonra biraz yaralarımızı sarmamız için soluklanma molası… Gezi Parkı Direnişinde “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam” sloganı çıkmıştı… Bugün önsözü yazdık… Kitaba neler yazacağımızı ise göreceğiz…

Bu yazı Fikren Düşündüklerim içinde yayınlandı ve , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın