Başbakan Gezi Ruhunu neden anlamıyor?

31 Mayıs 2013 Cuma sabah erken saatlerde başlayan ve gecesinde halk ile polisin karşı karşıya geldiği olayların başlangıcı Taksim Direnişi başbakan ve iktidar partisi temsilcileri tarafından anlaşılmamaktadır. Sebebi özünde bir kaç basit ancak derin küresel sosyal dönüşüme bağlıdır.

Bu dönüşümlerden ilki 1980 – 2000 yılları arasında doğan kuşağın yaşamdan beklentilerinin anlaşılmasıdır. Bu kuşak karekter olarak daha özgür ruhlu ve küresel akımlarında etkisiyle daha serbestliğinine düşkün bir kuşak. Sık boğaz edilmeye, emir altında olmaya, ne yapması gerektiğinin söylenmesine, kısaca kalıplara sokulmayı, şekillendirilmeyi sevmeyen ve benimsemeyen bir kuşak. Bunun oluşmasında elbette ki küresel etkiler baş rolde. 1980 sonrası yetişen kuşak kendisinden öncekilere göre refah seviyesi çok daha yüksek bir sürecin içerisinde büyümekte. Bu aynı zamanda kaoitik dönemleri sadece dinlemiş ancak yaşamamış olduğu anlamını da beraberinde getirmekte. Kaos sadece bir terim ve çoğunluğu için kendilerinden önce yaşayan kuşakların tecrübe etmiş oldukları bir durum. Kendisinden önceki kuşak kendi tecrübeleri sonucu çocuklarını politikaya özendirme gereği duymadı. Bu onlar için çatışmalarla öğrenilmiş bir gerçeklik içermesine karşın, devlet eliyle yaratılmak istenen apolitik gençliğin oluşumuna katkısı şu veya bu ölçüde olmuştur. Büyüklerinden sürekli başkalarının duyabileceği ses tonunda, yabancılarla siyaset tartışmaması telkin edilen bir nesilin siyasete ilgi duymasını beklemek pekte gerçekçi değildir.

İkinci bir küresel akım ise hızla yayılmakta olan bireyselciliktir. Yine bugünkü yeni kuşağın en büyük özelliklerinden birisinin kendisinden önce ki kuşağa göre son derece bireysel hareket etme özgürlüğüne sahip olma arzusudur. Bunun en büyük örneği Batı’ya bakıldığında dağılma sürecine girmiş olan biz de ise hala varlığını sürdürmeye çalışan çekirdek aile yapısıdır. Çocuklar artık yasal yetişkinliklerini kazandıktan sonra aile bağlarını koruma gereği duymamaktadırlar. Ruhsuz ve umursamaz görünmekle birlikte bireysel yaşam özgürlüğünün geldiği nokta da her birey tek başınadır. Devletlerin yaşlı bakımına ayırmış olduğu fonların bu kadar artmasının altında bile yine bu artan bireysel hareketi görmek mümkündür. Yeni kuşak devletin baktığı yaşlı, hasta, bakım ihtiyacı olan yakın ailesine bile sırt dönebilmektedir. Türkiye’de henüz bu batıda ulaştığı uç noktalara ulaşmamış olsa dahi, eski geniş aile yaşamının giderek modasını kaybettiği özellikle bu kuşak döneminde görülmektedir. 1980 sonrası kuşak mümkün olan en kısa sürede ekonomik bağımsızlığını kazanarak aile yanından ayrılmanın yolunu aramakta ve kendi hayatını yaşama yoluna gitme çabasındadır.

Bireyselliğin ulaştığı nokta ile apolitik tutumu 1980 sonrası kuşak ile birleştirdiğimiz nokta da herhangi bir lidere inanmayan, kendi haklarını koruyacak ve savunacak bir sisteme olan inancın daha yaygın olduğunu görmek mümkündür. Bu kendisinden önceki kuşakla belirgin bir fark içermektedir. Kişilerin değil, fikirlerin çevresinde toplanabilme gücünü sağlayan ama son derece bireysel bir duruş söz konusudur. Bireysellik aynı zamanda empoze edilmiş olan eski kuşağın korkularıyla birleştiğinde siyasi konuları birbiriyle konuşmayı doğru bile bulmayan bir kalabalığa dönüşmek mümkündür.

Üçüncü ve belki en önemli gelişmelerden bir tanesi 1980 sonrası doğanlar ile 1990 sonrası doğanları birbirinden derin olmasa da ayıran teknolojik gelişmelerdir. 1990 sonrası olan kuşak hızla gelişmiş olan teknolojinin bir parça pekiştirmesiyle bireyselliğini adeta perçinlemiştir. 1980 ve 1990 arası doğanlar en azından mahalle arkadaşlığını bir parça yaşamış olsalar dahi, 1990 sonrası kuşak bunu özellikle on yılın sonlarında doğanlar giderek daha az yaşamaktadırlar. Bu gelişen teknolojiyi sosyalleşme ihtiyacına bir çare olarak sosyal ağların gelişmesine sebebiyet vermiştir. İnsanlar birbirlerini sokakta tanımaya korkarlarken, internet ortamında görece daha savunmasız durumları belki de bir ilüzyon sonucu daha güvenli hissetmelerini sağlayarak düşüncelerini paylaşmalarını sağladı ve gördüler ki kendileri yanlız değil. Kendileri gibi düşünen onlarca ve hatta binlerce insan mevcut bir yerlerde. Her ne kadar sanal da olsa bir kurtuluş oldu internet. Yalnız hissetmekten kurtulmanın bir yolu oldu. Bu süreç içerisinde online oyunlar, fiziken birden çok kişinin birlikte oynamasını gerektiren oyunlar gibi çeşitlendi ve sosyallik bir form değişimine gitti. Yeni kuşak artık gazete, kitap okumuyor, haber takip etmiyor diye eleştiriliyordu ancak takip ettikleri sözünü dinledikleri ve o söze güvendikleri bir güven ağı söz konusuydu. İnternette birbirleriyle öğrendiklerini paylaşıyor, olaylara çoğunlukla kendi içlerinde tepki gösteriyorlardı. Küçük tepkilerdi bunlar, kendilerinden başka kimsenin fark etmediği.

Bugün Gezi Parkı Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük sivil direnişe sahne olmakta. Üstelik bu direniş yaş ortalaması 25 olan bir direniş. Herhangi bir lider çevresinde toplanmış değiller. Pek çoğu klasik diye bileceğimiz politikalar tarafından birbirine ötekileştirilmiş geçmişlerden gelmekteler. Pek çoğu daha önce herhangi bir eyleme katılmadığını söylüyor (Bu şu da demek, 2007 yazına doğru gerçekleşmiş olan Cumhuriyet Mitinglerinde bile biz sahnede yoktuk). Sokakta olmaktan korkmuyorlar çünkü tek başlarına gelmiş olsalar bile oraya kendileri gibi daha bir sürü kimse olduğunu görüyorlar. Birey olarak rahatsız oldukları şeyleri başka bireyleri de rahatsız etmekte olduğunu görüyorlar. Bireysel başkaldırı ve direnişleri, özünde bireysel olsa bile toplumsal bir harekete dönüşüyor. Meydandaki belki çoğunluk farklı sebeplerden ötürü meydanda ancak hiç kimse hangi amaçla meydana çıktığını birbirine sorup sorgulayarak bir diğeri ötekileştirmiyor. Aksine her bir bireyi bir farklı renk olarak özümsüyor ve kabul ediyor. Zaten çocukluklarında oynadıkları oyunlarda da hiç farklı düşünmedikleri birbirlerini ayırmamış oldukları için bu nispeten kolaylıkla gerçekleşen de bir durum (Mahalle oyunlarında ya da bilgisayar oyunlarındaki en büyük ayırım kız-erkek ayrımıdır ki bu da farklı zevklerinin olmasından kaynaklanır. Onun ötesine geçen bir oyun oynadığımızı misal Türkler – Kürtler diye ayrılıp maç yaptığımızı hatırlamıyorum. Alevi-Sünni-Şii diye gruplara bölünüp turnuva düzenlediğimizi de hatırlamıyorum. Biz hep birlikte oynardık. Kız erkek ayrımcılığına gelirsek, dünden bugüne ortak vakit geçirmek için çok daha fazla sebebimiz var artık. Dışarı çıkarken bile sadece erkek ya da sadece kızlar çıkmak yerine karma bir grubun içerisinde yer almayı tercih ediyoruz. Karşı cinsi de ötekileştirmiyoruz).

Başbakan karşısındakinin halen örgütlü bir topluluk olduğunu ve bir azınlık olduğunu zannediyor olabilir. Bir kaç ağaç için toplandılar diyebilir. Ancak biz biliyoruz ki biz başlangıçta ağaçlar için orada olan arkadaşlarımız haksızlığa uğradıkları için toplanmaya başladık. Toplandıkça ne kadar kalabalık ve güçlü olduğumuzu gördük. Bize gözdağı vermek için kendi yanındakileri toplamaya çalışması, mahalle kavgasına yandaş aramaktan öteye gitmeyen bir görüntü çizmekte. Ayrıca kendi yanına toplayabildiği kesimin yaş ortalamasının 45-50 civarında olması ise bizi neden anlayamayacağının çok açık bir göstergesi. Fikirlerimizi ve hayata bakışımız arasında bariz bir kuşak farkı mevcuttur.

Bu yazı Kurgu & Deneme içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın