Direniş İçerisindeki Barış Süreci

Bugün olanları, yaşananları doğru okumak ve anlamak yarının bizi nereye götüreceğini öngörebilmek özellikle içerisine sürüklenmekte olduğumuz giderek artan belirsizlik döneminde önemini arttırmaktadır. Bugünü anlayabilmek için Türklerin tarihine hakim olmak gerekir. Bilindiği üzere Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nden önce 16 devlet vardır. Fakat bunlar sadece fors üzerinde yer alan büyük devletlerdir. Bunlar haricinde Türkler  tarih boyunca 80 devlet, 62 Atabeylik/Hanlık/Beylik, 22 Cumhuriyet, 67 Özerk Türk Cumhuriyeti kurma başarısını göstermişlerdir. Bunların kimisi uzun yıllar yaşamış kimisinin ömrü bir kaç yılı geçememiş oluşumlar olsalar bile Türk’lerin devlet kurma ve yıkma konusundaki tecrübesinin deneyimle kazanılmış olduğunu gösteren sayılar mevcuttur.

Türkler Asya’dan Avrupa’ya doğru göçleri sonrası Anadolu’ya yerleşmeye başladıkları dönemden itibaren Avrupa Devletleri tarafından Anadolu’dan sökülüp atılmaya çalışılması bir sır değildir. Yüzlerce savaş sonrası Anadolu, Türklerin vatanı olmuştur. Avrupa fiilen savaş içerisinde olunmayan dönemlerde bile Türklerin Anadolu’da olmasından rahatsız olmuş ve korkmuştur. İstanbul’un fethi sonrası Avrupa’da yaşanan rönesans ve reform hareketlerinin ivmesini veren güçlerden bir tanesi Osmanlı’nın dolayısı ile Türklerin hakim olmadığı yeni ve bakir alanlar bulma umududur. Kendi aralarında kurmuş oldukları ekonomik birliğe ve sonrasında Avrupa Birliği’ne Türkiye’yi almamalarının altında yatan nedenlerin en başında dini farklılıktan çok tarihsel bir korku yatmaktadır. Bu korku Türklerin Osmanlı tarihi boyunca göstermiş olduğu yayılmacı ve genişlemeci politikalardan kaynaklanmaktadır. Avrupa Birliği içerisinde Yunanistan özeline bakılması bile korkunun ne boyutta olduğunun ip uçlarını barındırmaktadır.

Biraz eskiye özünde yakın tarihimize bakarsak, 1. Dünya savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun Mondros Ateşkes sözleşmesi ile işgalinin yasallaştırılması sonrası çöküşün ve çözülmenin hızlanmış olduğuna itirazı olan yok herhalde. Burada yukarıda verdiğim rakamlar ile belgeli bir yeni devlet kurma refleksi gelişmiştir. İşgalci güçlere karşı bir başkaldırı olmuş ve örgütlenmenin en üst noktasına Mustafa Kemal gelmiştir. Askeri ve siyasi zekası, toplumun ihtiyaçlarını okuma becerisi ve ileri görüşlülüğü ile başkaldırıyı organize etmeyi başarmış ve topluma çağ atlatarak bir devrim gerçekleştirmiştir. Kurduğu devletin 15 yıl gelişmesine en büyük desteği vermiştir. Bir milletin gönlünde taht kurmuş ancak fiziki tahtların hepsini yıkmasını bilmiş bir liderdir. Kurduğu devlet çabuk kırılabilir bir fidan olduğu için zarar vermek isteyenlere karşı merhametli olma gereği duymamıştır. Dediğim dedik olmadan, daha iyisinin mümkün olduğunu göstererek toplumu yukarıya çekme emelinden bir an olsun vazgeçmemiştir. Okumaktan, bilimden, gelişimden ve demokrasiden yana olmuştur. 10 Kasım 1938 saat 9’u 5 geçe gözümüzden gönlümüze geçen ve ebediyete uğurladığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasında bıraktığı iz genç bir demokrasiden fazlasıdır. Mustafa Kemal Atatürk arkasında bir fikir bırakmayı başararak aramızdan ayrılmıştır.

Maalesef saat 9’u 6 geçe bıraktığı mirasa saldırılar başlamıştır. Çok partili hayata geçilmiş ancak hayatı çok partili yaşamaya geçilememiştir. İktidar sahipleri maalesef ötekileştirmeler ile toplumu bölme ve ayrıştırma hareketini başlatmış ve sürdürmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasında bıraktığı fikirler kıvılcımdan aleve dönüştürülmek yerine hem kasıtlı hem de yanlış yönetim tarzları sebebiyle söndürülmeye çalışılmıştır. Bu süreç dönem dönem bilinçli olarak kanlandırılarak Mustafa Kemal Atatürk ateşine kan da bulaştırılmıştır. 1960 yılında Adnan Menderes’in asılmasıyla son bulan olaylar belki de darbeyle halka iade edilmeye çalışılan haklara kara bir leke bırakmıştır. (Hukukçu değilim, ama mevcut ve 1960 anayasaları karşılaştırılarak tarafsız bir sonuca varılabilir kanımca, hangisinin daha özgürlükçü bir zihne sahip olduğu konusunda.) 1970 ve 1980 darbeleri yapılış biçimleriyle bile 1960 darbesinden farklıdırlar. Toplumu bugün olduğu noktalara gelmesinde etkisi yadsınamaz olayların başında gelmektedirler. Amacım darbeleri tartışmak olmadığı için devam ediyorum.

Bugün meydanlara dökülen biz genç çoğunluk yukarıda bahsi geçen darbeleri, sıkı yönetimleri, aksaklıkları ve yanlışları yaşayan değil, anlatılan kuşağız. Kendisine biber gazı sıkan polisin karşısında öylece durabilmesi, tazyikli su sıkan toma aracının önünde kollarını açarak bekleyebilmesi, oh biber diyerek atılan gazı tiye alabilmesi hep geçmiş korkularımızın yokluğundan kaynaklıdır. Zaten direnenlerin %40’a yakını 18-25 yaş gençler ise onlar daha hayatın korkutucu yüzüyle tanışmamışlar demektir. Bizler için korku bir film türüdür. Oynadığımız oyunlardaki ani olaylara karşı hissiyatımızdır. O yüzden halen anne ve babalarımız biz direnişe giderken aman evladım dikkat edin kendinize demekte, kendi yaşadıklarının şiddetine göre direnişe gidilmesine karşı çıkmaktadırlar. Biricikleri bizleri, kendi uğradıkları şiddete maruzdan korumak istemektedirler. Bu direnişi gerçekleştirenler 19-25 yaşındaysa, iktidar başa geldiğinde daha akılları siyasete ermeyen küçük çocuk ve ergenler demektir. Mevcut hükümetten ve siyasi yaşamdan başkasını bilmiyorlar demektir. 1980 sonrası apolitikleşen, teknoloji dünyasının hayatımızı bombardıman altına aldığı şu son 10-15 yılda tümden asosyalleşen gençliğin, gençliğini istediği gibi yaşamak istediğini söylemek için yükselişidir, direniş. Daha yeni kendi bedenlerini keşfeden gençlerin, devlet eliyle durdurulmaya çalışılmasına bir başkaldırıdır. Dünün çocukları, bugünün gençleri, yarının siyaset arenasına biz buradayız ve rahatsızız mesajını çok net bir dille vermiştir.

Şimdi kutuplaşmış Türkiye’nin bir araya gelmesini ama halen 2 kutuplu olarak kalmış olmasını öngörebilmek önem taşımaktadır. İktidar sahipleri bilerek ceviz kabuğunu doldurmayacak konularda bile insanları birbirinden ayırmayı ve ayrıştırmayı başarmışlardır. Şu anda insanların sokakta gelin barışıyoruz diyerek kollarını açtığında sürece sadece vandalizm gözlüğü ile bakılması medya ve iktidar sahiplerinin vermek ve sürecin gerçek anlamda kontrolden çıkıp gerçek bir barışa dönüşmesini istemeyenlerin ayak oyunudur. Bu gün direnen her kim varsa ortak akıl ile çevreye zarar vermemesi, güvenlik güçlerini tahrik etmemesi, halkın duyarlı olduğu konuları kaşımaması konusunda sürekli uyarmaktadır. Şu anda toplum genelinde yaşanan direniş geçmiş için birbirimizi affedelim, hep birlikte ama hep birlikte güzel bir yarın için çalışmak için enerjimizi harcamaya başlayalım direnişidir. Bir diğerini ötekileştirmeden, birleştirici adımlar hızlı ve etkili bir şekilde atılmalıdır. Apolitize ve kısmi olarak asosyal bir örgütlenmenin bu boyutlara gelmiş olması bir başka mesaj daha içermektedir. Sorunlar, onları yaratan düşünce yapısıyla çözülemezler. Yeni fikirlere, düşüncelere ve bakış açılarına ihtiyaç muhakkaktır.

Bir konunun netliğe ulaşmasını istediğim için değinmeden geçmek istemiyorum. Hayatta aslen iki düşünce sistemi olarak ayırabileceğimiz dogmatik ve bilimsel düşünce sistemleri mevcuttur. Kişiler istedikleri düşünce sistemine inanmakta serbesttirler. Burada problem bilimsel düşünce sahibi bireyin dogma düşünceyi anlamasının mümkün olmadığı gibi, dogma düşünce sahibi bireyin de bilimsel düşünce yapısını bütünüyle kavraması mümkün olmayabilir. Burada olması gereken iki farklı görüş sahiplerinin temel bir orta yol olarak diğerinin hayat görüşüne saygı duyarak karşı tarafa baskı yapmayı bırakması gerekir. Bu herkesin kendi özgürlüğünün bir bölümünü toplum refahı ve düzeni için feragat etmesi demektir. Herkes diğerlerinin hassasiyetlerine dikkat eder ancak diğerleri üzerinde yaptırımcı olma gereği duymaz.

Mevcut durum içerisinde hızla örgütlenmeyi başarabilmek, başı boş güç olmanın bir adım ötesine gitmek bundan sonra izlenmesi gereken yol olmalıdır. Birleştirici ve kaynaştırıcı bir temel olan İNSAN olma noktasından başlanarak, herkes birbirine saygılı ve ölçülü olma sorumluluğunu taşımalıdır.

Son söz: Dün ile Bugün kavgaya tutuştuğu taktirde, kaybeden hep YARIN’lar olmaya mahkumdur.

Bu yazı Fikren Düşündüklerim içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın