12 Haziran 2011 de genel seçim gerçekleştirilecek. Seçim turları başladı ve tüm hızıyla devam ediyor. Bütün parti başkanları kendilerini ifade etmek için meydanlara inmiş durumdalar. Hükümet yaptığı icraatleri anlatıyor ve devamı için oy alabilmek için çalışırken; muhalefet, hükümetin yanlışlarını gündeme taşıyarak bu yanlışların düzeltilmesi sözü üzerine oy toplama çabası içerisinde. Yapılan anketlere bakılacak olursa AKP %37-50 aralığında, CHP %27-40 aralığında, MHP %13-17 aralığında yer alıyorlar. Bir önceki seçimlerde %47 gibi ciddi bir oy oranı ile hükümeti kuran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan partisi için hedef olarak iddialı bir oran olan %50’yi gözüne kestirmiş görünüyor. Bu orana ulaşır ya da ulaşamaz tartışması bir kenara AKP’nin bugün bu kadar oy alabilirliğinin tartışmasının yapılabiliyor olmasının en büyük etkeni özünde basit bir sebebe dayalı duruyor ve benim kişisel görüşüm olarak muhalefet bu hipotezi çürütecek bir tez üretebilmiş ve seçmenin aklını çelebilmiş değil.
AKP 2002 de gerçekleşen seçimlere bana göre ilginç bir parola olan ¨tek başına iktidar¨ ile yola çıktılar. Bir koalisyon hükümetinin anlaşmazlıkları ve yaşanan 2001 krizinin de etkileri dahilinde dahiyane olduğu ispatlanmış bir parola olduğu aşikar. Tek başına iktidar olmak isteyene hızlı bir oy akımı olmuştu. Hafızam yanıltmıyorsa o dönemde AKP tarihinde ilk defa seçimlere katılıyor olmasına karşın %100 oy alırsak seçimleri iptal ederiz, muhalefetin olmadığı bir parlemento düşünülemez gibi açıklamalar da düzenlemekteydi. 2002 seçimlerinin ardından 2007 seçimlerinde ise yeni bir furya ve parolaya ihtiyaç duydular. Bu belki de bir anlamda sonun başlangıcıydı, diğer tüm partiler için. AKP çok stratejik olarak yüksek olmayan bir sesle ¨tek parti hükümeti devam ederse, istikrar devam eder¨ imajını vurgulamaya başladı. Bu yerinde alınmış ve etkili bir karardı. Kimse sağlanmış istikrarın bozulmasını isteyecek değildi. İstikrarın sağlanmasına karşılık verilen taviz ve uygulama hataları, verilen kötü kararlar pahasına bu korunması gereken bir istikrar haline gelmişti. Özünde kitlelerin bilinçaltına işlemiş bir statüko idi bu. Çünkü insanlar yaşadıklarını bir kenara bırakıp, istikrarın daha önemli olduğuna kanaat getirebiliyorlardı. Bu kanaatı getirenlerin kim olduğu çokta önemli değildi çünkü herkesin bu sonuca şu veya bu şekilde varması için gerekli çalışma ve çaba yine AKP tarafından gösterilmekteydi. 2007 yılı seçimlerinde bir anlamda beklenen bir anlamda beklenmeyen gerçek oldu. AKP %47 gibi bir oy oranı ile yeniden hükümeti kurma görevine gelmişti. Bu azımsanabilecek bir oy oranı olmasa da yaratılmış olan, ¨Biz yoksak, istikrar yok¨ şifrelemesinin en büyük zaferiydi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim sonuçlarının açıklandığı akşam basın toplantısında toplumun bütün kesimlerini kucaklayan bir konuşma yapmış, %47 ile gözü korkmuş olan kesimin bir nebze korkusunu dindirme ve ortamı bir parça sakinleştirme çabası içinde görünmüştü. Ancak icraat ile pekiştirilmeyen sözün hiç bir anlamı olmadığını çok kısa sürede tüm Türkiye öğrenecekti. Bilinen ama dillenmeyen senaryo gerçekleşmeye başlamıştı. 12 Eylül 2010 da referandum ile yeni bir yasa düzeni meclisten geçmiş oldu. AKP gücüne güç katmış önüne çıkanı ezerek, yoluna devam ediyordu. Referandumda sağlanan %58 gibi bir çoğunluk öngörülenin üzerinde bir sonuçtu. Ancak zihinlere iyiden iyiye yerleşmiş olan bir kodlama vardı. Artık ya AKP’li idi insanlar ya da değildi ve kimse AKP’nin karşısında olmak istemiyordu. Karşısında olduğunu söyleyene ciddi yaptırımlar uygulanıyor, yıldırma çalışmaları karşı ses olanların üzerine yoğunlaşıyordu.
Bu güne gelecek olursak, AKP iyiden iyiye zihinlere yerleştirdiği ¨Ben yoksam, iyi giden hiç bir şey yok¨ fikrini 2011 seçimlerinde de kullanmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bir çokları yapılan anketlerin geçerliliğinin ne olduğunu tartışmaya devam ediyor. (Anketin doğasından kaynaklanan bir tartışma, kesinlikle normal) CHP oyunu %20 bandından %30 ve hatta %40 bandına taşımaya çalışıyor ancak bu içinde bulunulan durum için yeterli bir çaba değildir. AKP 2002’den beri sürdürmekte olduğu ¨Vazgeçilmezlik¨ kartını her oynadığında, seçmenlerin arasında her zaman bu blöfü göremeyecek ve oy-unu blöfe göre şekillendirecek bir kesim olacaktır. Kanımca, sorun tam bu nokta da çıkmaktadır. CHP vatandaşı ilk önce AKP hükümeti gittiği taktirde mevcut durumun daha kötüye gitmeyeceğine ikna edebilmek durumundadır. AKP’nin her parti kadar vazgeçilebilir bir görüş içerisinde olduğunu anlatmalıdır. AKP yerine CHP ya da bir başka partinin gelmesinin Türkiye Cumhuriyeti için 8 yılda yaşananlardan sonra kolay olmayacağı kesindir. Mevcut korku sadece AKP korkusu değildir artık, dövizin değerinin devalüasyon sonucu alıp başını gitmesi korkusudur, Borsanın yükselmez bir iniş trendine girmesi korkusudur, mevcutta yaşanan sanal iyi havanın bozulmasının korkusudur, para kaybetme korkusudur, mevki kaybetme korkusudur, can korkusudur. Korkularımızı zamanında yenemezsek bütün bunlar var olmakla yok olmak arasındaki o ince çizgide yürürken ki son adımlarımız olması korkusunun yaklaşıyor olması durumudur. AKP 2002’den bu güne çok şeyler değiştirmiş olabilir. Gerçekliğin ötesinde güzel bir oyun çıkartıyor olabilir ancak perde kapandığında hesap vermek zorunda kalacağımız bir borç birikmektedir. Yaşanan refah döneminin ödemesinin ertelemesi sonsuza dek süremeyeceği için biriken borç bir gün mutlaka ödenecektir. Gün zararı durdurma kararının alınabilirliğinin tartışılması gereken gündür.
Son Söz: Zararın neresinden dönersen dön, kardır. Kar bir süre ele gelmeyebilir ancak zarar etmenin durması kar etme yolunda ciddi bir adımdır.